Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, romanını anlattı.
İşte Ünsar’ın açıklamaları…
“Çocukluğumdan beri yazarım”
“Çocukluğumdan beri kendi kendime sürekli yazardım. Hep yanımda taşıdığım çizgili bir defterim ve aynı anda okuduğum iki, üç roman olurdu. Karakterleri yabancı olan bir cinayet romanı (o ara herhalde bol bol Agatha Christie okuyordum) yazdığımı hatırlıyorum. Ayrıca Türkçe ve İngilizce piyesler ve film analizleri yazardım. Kolejde hazırlık sınıfı bittiğinde yazdığım İngilizce piyeslerle bir tiyatro gösterisi yapmıştık; yurtdışında değerlendirilen bir kompozisyon yarışmasında birinci olmuştum. İngilizce öğretmenimizin verdiği James Joyce’un bir hikayesinin sonunu değiştirerek yeniden yazma ödevinde öğretmenim yazdığım sonu çok beğenerek edebiyata yönelmek isteyip istemediğimi sormuştu. Amerika’da doktora danışmanım, Prof. Dr. Eliz Sanasarian, uslubumu akademikten ziyade edebi bulur ve “tezini her zaman yazarsın, romanını yaz” derdi. Fakat tüm bunlara rağmen, aynı zamanda sistemin içinde kalarak “sonuna kadar okuyan” bir insan olarak, yurtdışında akademik kariyerimi sonlandırmadan bırakmak istemedim. Şöyle ki yurtdışında akademik kariyer, çalışma temposundan dolayı, edebiyat kariyeriyle veya herhangi başka bir çalışma hayatıyla beraber yürütülebilecek bir şey olmadığından, o anda bir seçim yapmam gerekiyordu ve başladığım şeyi tamamlamayı seçtim. Bu yüzden de, ancak Türkiye’ye döndükten ve profesörlükten sonra yayın yapma fırsatı bulabildim.”
“Düşüş romanının ana teması”
“Düşüş ya da uzun adıyla Düşüş: siyaset ve felsefe odasında aşk hikayeleri’nin ana teması“gerçeğin peşine düşme” ve “kayıp zaman” diyebilirim. Romanın temel kurgusu,“gerçeğin peşine düşme” eylemini bilinçsizce yapan, çocukluk arkadaşı iki ana karakterin(S ve Ali), İstanbul’dan San Fransisko’ya ve Los Angeles’a uzanan hayatlarında, hayatınanlamı ya da anlamsızlığını keşfetmelerini anlatıyor. Bu keşfetme eylemi “kayıp zaman”aişaret ediyor. Romanın sonlarında “Yolculuğumuz tamamen düşsel, onu güçlü kılan tekşey bu” (s. 460) diye açıklıyor Ali bu durumu.
Bu anlamda, Düşüş her şeyden önce varoluşçu bir roman. Bu varoluşçu anlatıda özgürlük, erdem ve bilgi, ölümsüzlük, “onurlu bir yaşam için ödenecek bedel”, sıradanlık, hayal ve gerçek, hayal kırıklığı, aşk, “mutlu olma baskısı”, yalnızlık gibi içe içe geçmiş metaforlar var. Roman boyunca süregelen karakterler arası diyaloglarda ve Ali karakterinin iç konuşmalarında yer alan çok boyutlu felsefi ve politik tartışmaların Litera Edebiyat Dergisi’nde yayımlanan “Varoluşçu bir Sorgulama” başlıklı bir kritikte “Thomas Mann’ın Dr. Faustusu tadında yoğun bir düşünce ağına sahip” olduğu yazıldı.”
İçeriği nasıl peki?
“Birinci kısım beş bölümden oluşan, S’nin hissiyat, düş ve düşünce yoğunluğununhissedildiği kısım diyebiliriz. Bölümün girişinde Blaise Pascal gibi bir matematikçi yaniakılcıdan duyduğumuz “Kalbin kendine has nedenleri vardır; akıl bunları hiçbir zamananlayamaz” sözünün ve Pablo Neruda’nın “Eğer bizi ölümden hiçbir şey kurtarmıyorsa,en azından aşk hayattan kurtarmalı” satırlarının ima ettiği gibi, S karakteri için hayatınanlamı, bir sıradanlık dışına çıkma çabası ve hayattaki tek hakikat Platonik bir İdeaolarak algıladığı, toplumun “mutlu olma baskısı” dışında, sosyal konstrüksiyon olmayan,doğal, kendiliğinden ve sadece kendisi için olan, yani başka bir boyutta hissedilen Aşk.”
Doğu – Batı karşılaşması
“Bu bölümde dikkat çeken bir şey de, S’nin bir emperyalizm ve kapitalizm kritiği olarak yarı-sürreal, yarı-fantastik bir dille yazdığı metaforlarla örülü yazı. Bölümün tüm romana yayılan diğer önemli bir yanı ise, tutkulu ve derin bir aşkın karakterleri Stefano ve S üzerinden yansıtılan Batı-Doğu karşılaşması. İkinci kısım Hölderlin’in “Bizler hiçbir şeyiz; aradığımız ise her şey” uyarısına karşılık Puşkin’in verdiği “Zamanın her şeyi halledeceği aşikardır” yanıtıyla, yine daha başında verilen bir ipucuyla başka bir hikayeye açılıyor. Bu hikaye, ruhu yaratma arzusuyla dolu olan ve bunu bir türlü dışa vuramayışının gerilimiyle sarsılan Ali karakterinin San Fransisko’daki hayatına girişimizle başlıyor. Arka kapak yazısında sözü edilen “roman içinde roman”, Ali’nin yazdığı bir 19. yüzyıl Rus hikayesi. Hikaye politik veya felsefi tartışmaların yanı sıra uzun doğa tasvirleri, bu tasvirlerle karakterlerin psikolojik çözümlemelerinin bağlantısı, karakterlerin geçirdiği psikolojik değişimlerin yaşantılarına yansıması gibi hususları barındırıyor.”
GÜNDEM
13 Ocak 2025GÜNDEM
13 Ocak 2025GÜNDEM
13 Ocak 2025GÜNDEM
13 Ocak 2025EKONOMİ
13 Ocak 2025GÜNDEM
13 Ocak 2025MAGAZİN
13 Ocak 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.